2023 Yılımın Ay Ay Analizi

  1. Giriş
  2. Şubat , Mart
  3. Nisan, Mayıs
  4. Haziran
  5. Temmuz
  6. Ağustos

Giriş

Geçtiğimiz seneye bakmak istiyorum.

Geçtiğimiz sene Şubat’ta paylaştığım birkaç yazının Twitter çevremde beğenilmesiyle güzel bir popülerlik dönemi yaşadım. Sonrasında o dönemdeki kadar sık veya kaliteli yazılar çıkartamadım. Bir başkasının gözünden yapılmış bir değerlendirme değil bu, kendim böyle olduğunu düşünüyorum. Şimdi durumların neden böyle geliştiğini, 2 hata içinde defalarca okunan 4 yazı yazmışken sonraki 10 ay içinde neden sadece 4-5 tane doğru düzgün yazı yazabildiğimi anlamaya çalışacağım.

İlk yazılarımı yazdığım dönemden sonra da üretmeye çok çalıştım. Hatta bu istek hiç bitmedi. Fakat ilk kez taşınmak zorunda kaldıktan sonra bir şeyler değişti. Sanki içinden çıkamadığım bir girdapa kapıldım. Yazmaya okumaya ucundan kenarından devam etmeye çalıştıysam da makalelerim bir türlü bitmedi. Önceki gibi kendi fikirlerimi inşa edip makalelere dönüştüremedim.

Öyleyse ilk önce Şubat’tan Temmuz’a kadar olan sürece bakalım.

Şubat , Mart

Şubat’tan sonraki dönemde uzun süre hiç uzun yazı paylaşmadım. Sitemdeki Şubat’tan sonra paylaştığım ilk blog yazısı Nisan’dan, o da gördüğüm bir Tweet’ten esinlenerek yazdığım kısa bir şey. Aradan en az 1 ay geçmiş. Peki bu dönemde beni yazı yazmaktan alıkoyan ne olmuştu? İlk önce kaldığım evden apar topar çıkmak, İstanbul gibi zor bir şehirde yeni bir ev bulup oraya taşınmak zorunda kalmıştım.

Taşınma sürecinde neredeyse hiç Tweet atmamışım. Şubat 14’ten Mart başına kadar sadece 10 tweet paylaşmışım. Sanıyorum ki yaşadığım beklenmedik popülerlik Twitter’da paylaştıklarım konusunda daha dikkatli olmaya yöneltmişti beni; içerikten yeterince emin olmadıkça paylaşmak istemiyordum.

Mart başı yeni bir ev buldum. İki katlı bir evde oda kiraladım. Yeni taşındığım ev benim için çok uygun değildi ama yine de fena değildir diye düşünüyordum. Birkaç ay kalacaktım ne de olsa, yaz ortasına doğru çıkmayı planlıyordum. Odam çatı katındaydı. Ev sahibi alt katta yaşıyordu.

Çatı katında sıkış tepiştim ama ev sahibi kiracısı çıkınca alt kattaki büyük odaya geçebileceğimi söylemişti. Hem büyük odanın, üzerinde çalışabileceğim bir masası da vardı.

Kendime bir yer bulabildiğim için memnundum ama kaldığım yer yaşamak için çok güzel değildi. Çatı katı olduğu için oda gerçekten sıkış tepişti ve içerde uzun süre durmak istemiyordum. Sürekli dışarı çıkıp tırmanışa gidiyordum.

Bu dönemde tırmanışa dair Instagram videoları paylaşmaya başlamıştım. Bir rotayı tırmanırken video çekip eve gelince editliyordum. Hem müzik ekleyip hem de rotanın zorluklarını, hilelerini anlatıyordum. Yazı yazmasam da bununla uğraşmak iyi geliyordu. Zaten kısa bir süre sonra buna da ara vermem gerekecekti…

Mart ortası geldiğinde nihayet gönüllülük yapmak için Maraş’a çağrıldım. Bir ay önce Maraş’ta deprem olduğunda saha gönüllülüğü yapmak için bir sivil toplum kuruluşuna başvurmuştum. Fakat depremin ilk günlerinde sahada sivil istenmediği için başvuruma olumlu yanıt vermemişlerdi. Yaklaşık 1 ay sonra, Mart’ta, beni ve diğer birçok gönüllüyü depremzedelere yardım etmek için Kahramanmaraş’a çağırdılar.

Kahramanmaraş’ta gönüllülük yaparken oradaki diğer bir gönüllüyle röportaj yaptım. Röportaj yaptığım kişi Suriye doğumlu bir Türkmendi. Depremin ilk günlerinden beri sahada gönüllülük yapıyordu. Hem hayat hikayesi hem de deprem bölgesindeki deneyimleri ilgimi çekti. Türkmen köyündeki hayat ve deprem çadırlarında yaşadıklarıyla ilgili bir röportaj yaptık. Konuştuklarımızla ilgili yazdığım makaleyi burada okuyabilirsiniz:

Videoyu çekmiş olsam da editleyip yüklemek uzun zaman aldı. Yine araya bir sürü şey girdi ve zaman ayıramadım. Dönüşümün üzerinden yaklaşık 4 ay geçtikten sonra ancak Ağustos’ta bitirebildim videoyu.

Gönüllülük dönüşü beni meşgul edecek bir sürü şey olacaktı. Karşılaştığım ilk büyük engel tekrar taşınmak oldu…

Yeni geçtiğim evde daha ikinci ayımdayken ev sahibiyle sorunlar yaşadım ve tekrar yeni bir ev bakmaya başlamam gerekti. Daha Nisan ayına yeni girmiştik. Temel prensiplerde uyuşmazlığımız had safhaya gelince evin benim için yaşanılamaz olacağı belli oldu. Ev sahibi kalmamı istediyse de ben en yakın tarihte pılımı pırtımı toplayıp evden ayrıldım.

Böylece taşındığım ikinci evden de ayrılmış oldum ve Mart-Nisan dönemi bitti.

Mart ayı boyunca 6 tane uzun thread yazmışım. Bunlar:

Son eklediğim bağlantıdaki thread ilginç. O zamanki fikirlerimi anlatıyor. Daha o zamandan istediğim gibi yazamadığım, makaleler üretemediğim için üzgün olduğumu yazıyorum.

O zamanki fikirlerimi anlatıyor. Daha o zamandan istediğim gibi yazamadığım, makaleler üretemediğim için üzgün olduğumu yazıyorum.

“Bir süredir kendimi gözlemci gibi hissediyorum.
Yapmak istediklerim kendimi yapmaya zorladığım şeylerle örtüşmüyor.
Ve bu uyumsuzluk gönlümce paylaşım yapmadığım anlamına geliyor!
Yine de buradaki ortamı takip ediyorum.

Makale fikirleriyle dolu bir defterim var, bazıları %80 geliştirilmiş…

Şu an tepki vermekten memnunum. Yapabileceğimin en iyisi bu ve sadece pasif olup sevdiğim insanların paylaştıklarını okumak da güzel.
Aynı zamanda bütün kalbimle notlarımın bir gün hayat bulmasını umuyorum, veya içlerindeki fikirlerin yeni fikirlere remix edilmesini, ne zaman yeniden başlarsam!”

Nisan, Mayıs

Ev bakmaya daha yeni başlamışken okuldan arkadaşım beni kendi evine davet etti ve beraber yaşamaya başladık. Oraya geçtiğimde de durum çok farklı olmadı. Peş peşe taşınmalarla zaten epey zaman kaybetmiştim. Son taşındığım yeni yerimde de düzenimi kurmak epey bir zaman aldı. Bununla beraber dersler de başlamıştı ve bütün zamanımı alıyordu.

Zamanımı ayırdığım başka bir şey daha vardı, kız arkadaşım. Mart’ta tanıştığım kız arkadaşımla Nisan’da ilişkimizi olgunlaştırmaya başladık. Beraber çok zaman geçirdik, gezilere çıktık. Nisan ayında Twitter’a attığım üç uzun yazı olmuş. Bunlardan birisi beraber gittiğimiz Olimpos antik kentinde gezerken simültane not aldığım izlenimlerle ilgiliydi. Diğer ikisi: yazılım tarihindeki bazı figürlerle ilgili yaptığım kolajlar, bir misafirperverlik formu olarak liderlik.

Mayıs ayında ise durum farklı değil. Bu ay içinde ardışıl tweet sayısı 3’ü aşan bir thread bile yayımlamamışım.

Sanıyorum ki şu noktaya kadar incelediğimiz her aydan daha kötü bir performans bu. Önceki aylarda o kadar derinlemesine olmasa da uzun bir iki thread yazıyormuşum. Mayıs ayı boyunca hiçbir şey yayınlamamışım. Hatta tweetlerimden birinde “Söz veriyorum, hala buradayım, geri döneceğim!” yazmışım. Peki bu dönemde ne olmuştu?

Bu dönemde işe başlamışım. Nisan boyunca iş bakıyordum ve Nisan sonunda stajyer pozisyonunda işe başladım.

Bir süredir, belki de Amerika’dan döndüğüm günden beri iş bulmayı düşünüyordum. Okulumun uzamasını kabullenemiyordum, sanki bana haksızlık yapılıyormuş gibi hissediyordum. Kendi kendime sürekli “okulumun uzamış olması iş hayatına atılmamı engelleyemez” diyordum, sonunda iş buldum.

Bulduğum iş, bir teknoloji şirketi için teknik yazılar ve dokümantasyon hazırlamaktı. İlk görevim şirketin blogu için yazı yazmak olmuştu hatta. Bu da beni cezbedip tam-zamanlı çalışan olma yolunda tutmaları için yeterli olmuştu.

Nisan ayındaki gezi, bir yandan okul, ilişki, spor, Mayıs ayında da işe başlamak fazla gelmiş olsa gerek, Nisan-Mayıs aylarında paylaşımım çok olmamıştı. Mayıs ayının ortasında bir keresinde sabah 6’ya kadar ödev yapıp sonra işe gitmeye çalışıp, evden çıkamayıp uyuya kaldığımı hatırlıyorum. Genel olarak zamanımın zor yetiştiği bir dönemdi.

Haziran

Haziran’a gelindiğinde paylaşımlarımda keskin bir artış olmuş. Bir tane uzun makale, bir çok orta uzunlukta thread yazmışım. Ayrıca benim için bir ilk olarak, video çekip paylaşmışım.

Twitter çevrem kamera karşısına geçip herhangi bir konu hakkında konuşmaya teşvik ediyordu birbirini. Bu fikir hoşuma gitti ve ben de yeni okuduğum Octavia Butler kitabı Mind of My Mind kitabıyla ilgili fikirlerimi paylaştım.

Kitapla ilgili doğaçlama fikirler bulduğum için bazı şeyleri söyleme tarzımı beğenmedim. Bir daha böyle bir şey çekecek olsam kesinlikle önceden metin oluşturarak çekerdim. Fakat video yine de fena değil. İzleyecek olursanız kesinlikle 2x hızda izlemenizi tavsiye ediyorum. Buradan ulaşabilirsiniz.

Bu dönem ayrıca bir çok Tweet atmışım. Bazıları uzun threadler bile olmuş. Yine istediğim içerikte, içini doldura doldura fikir üretemediğimi hatırlıyorum ama boş bulduğum her an oturup bir şeyler yazmaya üretmeye çalışıyordum.

Haziran ayında yazdığım thread’lerden seçmeler:

Ayrıca bu dönem yazdığım bir tane de uzun makale vardı. Bu makale normalde yazdıklarım gibi değildi. O dönem oynadığım bir oyun vardı ve onunla ilgili yazı yazmak çok istemiştim. Yazımı bitirdiğimde koskoca, resimli, analiz yaptığım bir makale haline gelmişti.

Mount and Blade Warband, piyasaya sürüldüğü 2010 yılından beri 2-3 senede bir tekrar indirip oynadığım bir oyun. Haziran’da sınav ve iş stresini iliklerimde hissettiğim sıralar rahatlamak, eğlenmek için tekrar indirmiştim. Kısa süre sonra kendimi çok kaptırmış, sabah akşam oynar olmuştum. Bu belki iki hafta devam etti.

Oyun 13 yıldır aynı oyundu tabii, fakat bu sefer bende bir farklılık vardı. Artık blog yazarıydım; hayatımda gördüğüm, deneyimlediğim herhangi bir şeyle ilgili fikirlerimi paylaşabileceğim, kendime ait bir online ‘sandal’ım vardı. Böyle olunca M&B:Warband oyunundaki görev sisteminin analizini yaptığım ve şehir tasarımlarını tartıştığım upuzun bir makale yazdım.

Yazdığım makale, bir oyunun piyasa çıkmasının üstünden 13 yıl geçtiğinde yazılmış dünyadaki ilk makale olabilir.

Haziran’da yazdığım upuzun oyun tasarımıyla ilgili eleştiri yazım.

Temmuz

Temmuz ayı benim için çok farklı oldu. Öncelikle okulum tatile girdi, bir anda bayağı zamanım boşa çıktı. Fakat bu zamanı kendisi için alacak başka bir şey olacaktı… Temmuz ayında okulum tatile girdiği gibi stajyer olarak çalıştığım şirkette tam zamanlı çalışan olarak işe başladım.

Tam zamanlı çalışmak, yarı zamanlı çalışmaktan bambaşka bir deneyimdi. Akşamlarım boş olsa da bir anda zamanım çok kısıtlandı. İşteyken bütün zamanım aktif olarak çalışmaya gidiyordu. İş çıkışı yorun, bitkin oluyordum. Çoğu zaman zar zor spora gidiyor yada arkadaşımla zaman geçirip uyuyordum.

Tam zamanlı çalışmak ayrıca fikir dünyamı kökünden etkilemişti. İşteyken bütün gün teknik alanlarda düşünüp yazılar yazıyordum. Doğal olarak iş dışında da düşüncelerim bu alanlarla ilgili oluyordu. Akşam eve geldiğimde bir anda o kafa yapısından silkinip,daha önceden yazmaya başladığım kültür konularındaki makaleleri devam ettiremiyordum.

Bu durumdan o kadar da muzdarip değildim. Toplumsal konularda makale/tweet yazmaya fırsat kalmaması canımı sıkıyordu sıkmasına ama, şirket için yazdığım teknik konular hem ilgimi çekiyor, hem de yazı yazmak için para kazanıyor olmak beni yeterince tatmin ediyordu.

Böyle olunca şirkette yazdığım konulardaki teknik vizyonu benimsemeye başladım. Şirkette yaptığım işi gelip geçici bir meşguliyet olarak değil; gelecekteki düşünce tarzımı oluşturacak teknik-sosyolojik bir mercek olarak görüyordum.

İş için yazdığım makaleler, şirketin belirlediği sınırlardan çıkıp bireysel bir emeğe dönüşmüştü. Şirkette olduğum bazı günler, tamamen kendi insiyatifimle seçtiğim konularda makaleler yazdım. Bunlardan ilki doğal after uyarı stratejileriyle ilgiliydi. Amerika’daki Katrina Fırtınası’nı temel alarak ülkelerin uygulaması gereken afet esnası iletişim stratejileriyle ilgili düşüncelerimi yazmıştım.

Temmuz’da yazdığım acil durum haberleşmeleri yazısı.

Temmuz’da yazdığım ikinci makale, şirkette yaptığım işin ruhuyla ilgiliydi.

Şirkette bulunduğum konum eşsiz bir konumdu. Ne işletmeci/takım yöneticisiydim, ne de bir takıma mensup mühendistim. İşverenimin sıradışı vizyonu sayesinde, alandaki yeni çıkan gelişmeleri takip eden ve teknolojinin yönelebileceği hedefleri belirleyen bir analist yazar olarak çalışıyordum.

Şirketimiz için eşsiz olsa da, tabii ki dünya çapında hem teknoloji alanında, hem de toplumsal alanlarda analistler mevcut. Toplumsal alanlarda bu insanların toplandığı organizasyonlara Think-Tank (Fikir Kasası) veya Policy Institute (Poliçe Enstitütüsü) deniyor. Teknoloji alanında ise danışmanlık kuruluşları oluyor.

Ben de analistlerin nasıl çözüm üreticiler ve yöneticilerle, çözüm üretmeye çalıştıkları sosyal durumun gerçeği arasında köprü görevi gördükleriyle ilgili bir yazı yazmıştım. Adına da ‘Bridging the Vision Gap’ (Görü Hendeğinin Üzerine Köprü Döşemek…) demiştim.


Her ne kadar makale çıkartmaya yetecek kadar zaman ayıramasam da, Temmuz ayında çok hoşuma giden birkaç Twitter thread’i yazmışım.

Temmuz ayında yazdığım thread’ler:

Odaklanmanın önünü açmakla ilgili yazdığım thread’de, üretmek istediklerime giden yolu bildiğimi, fakat işimin buna izin vermediğini, hayatın sanki bana sürekli akın ettiğini hissettiğimi yazmışım.

“Aşırı hız, yeterinden az odak. Daha çok görmek istediğin şeylere odaklan… Hayat sürekli bana akın ediyormuş gibi hissediyorum, odak sürekli paramparça edilmiş gibi. Çoktan kaybolmuş, binlerce parçaya ayrılmış, hayat ve zamanın çılgın ışık-hızı girdapına kapılıp gitmiş.”

İlginç, çünkü bu thread’i yazarken şikayet ediyor olduğumu düşünmüyordum. Sanıyordum ki yalnızca iş yapabilme yöntemleriyle ilgili bir yazı yazıyorum. Şimdi görüyorum ki kendi çerçevelerimi nasıl bükersem bükeyim, kendime ne kadar üretme alanı açarsam açayım, benden bütün zamanımı talep eden bir işte çalışırken kendime bu zamanı bulamayacaktım.

Sanki bu makaleyi yazarak akıllıca ama kör bir iyimserlik içinde debelenip durmuşum. Evet bahsettiğim yöntemlerin hepsi üretiminizi arttırmak için geçerli yollar; ama yoğun çalışmanızı bekleyen bir işteyken ne kadar bakış açınızı değiştirirseniz değiştirin, üretim yapmak o kadar kolay olmayacaktır.


Son olarak Twitter kullanımım ve genel üretme sürecimle ilgili fark ettiğim bir şeye değinmek istiyorum.

Mesela ayın başında yazdığım “fikir geliştirirken hakkında konuşmak” threadi çok beğenilmişti. Bu threadin hepsini, okuduğum bir kullanıcının yazdığı Tweet’ten esinlenip düşünmeye başladığımda yazmıştım. Hatta ilk önce defterime yazmış, Twitter’a geçirmem en az bir haftamı almıştı.

Defterime aldığım notları Twitter’a aktarırken aklıma gelen birkaç örnekle zenginleştirmiştim. Edgar Allan Poe’nun bir makalesinde yazdığı bir sözü ve George R.R. Martin’le Dan Brown’un yaptığı söyleşiden bir kesiti eklemiştim.

Thread’deki fikirleri hem önceden yazmış, hem üzerine düşünmüş, hem de içerikle zenginleştirerek sahneye taşımıştım. Thread görsel olarak bile güzeldi!

Temmuz ayı içinde aynı ölçüde ilgi görmemiş olsa da bir o kadar sevdiğim başka bir threadim vardı , Ray Bradbury thread’im.

Bu thread aynı önceki gibi birisinden esinlenerek düşündüğüm fikirleri içeriyordu. Bu sefer esinlendiğim kişi bir Twitter kullanıcısı değil, zamansız yazar Ray Bradbury’nin ta kendisiydi.

Bu thread de birçok tweetten oluşuyordu, bu thread’i de ilk önce defterime yazmıştım, bu thread de başka Twitter kullanıcılarının fikirlerini barındırıyordu, ama önceki thread’im kadar ilgi görmemişti. İlki 14 beğeni almışken bu sadece 2 beğeni almıştı.

Bu iki thread’i kaşılaştırdığımda gözüme takılan ilk şey, belirli formatlarda yazılmış içeriklerin daha çok tutulduğu oldu.

Twitter yeni bir şeyler üretilmesini çok seviyor. Bu teknolojik ürünler için de geçerli, yazılar, müzikler, dans videoları için de geçerli. Bir şey üretiyorsanız, bir şeyler üzerinde çalışıyorsanız, herhangi bir alanda düzenli emek sarf ediyorsanız, Twitter’a bunu doğru düzgün anlatabildiğiniz sürece içerikleriniz beğenilecek ve paylaşılacaktır.

Diyelim siz bir konu üzerinde uzun uzun düşündünüz ve fikirlerinizi paylaşmak istiyorsunuz. Twitter, paylaştığınız fikrin kendinize ait, özgün ve yeni olduğunu nasıl anlayacak?

Twitter’ın bunu anlayabilmesi için fikrinizi threadinizin başına koymanız gerekiyor.

Mesela bu iki thread’de de yeni ve özgün olduğunu söyleyebileceğim fikirler paylaşmışım. Fakat ilk thread’de fikrimin özgün kısmını thread’in ilk tweetine koymuşum. İkinci thread’de ise vermek istediğim mesaja ulaşabilmeniz için yaklaşık 5 tweet okumanız gerekiyor. Sanki mesajım 5 katman toprak altına gömülmüş gibi. Haliyle onu oradan bulup çıkartacak kişilerin sayısı daha az olacaktır.

Öyleyse biraz daha emek sarf etmeniz gerekiyor. Bir fikir geliştirdiyseniz ve bunu Twitter’daki okurlarınızla paylaşmak için can atıyorsanız, bir dakika durup yazdıklarınızı gözden geçirmelisiniz. Anlatmak istediğiniz en temel mesaj nedir? Evet, bunca söz yazmışsınız ama en vurucu mesajınız, fikirlerinizin başlangıç noktası nedir?

Bunu bulabildiğinizde threadinizin başına koyabilirsiniz. Böylece okurlar geliştirdiğiniz fikre ulaşmak için 5-10 tane tweet okumak zorunda kalmayacaklar.

Threadlere bu tarz giriş tweeti yazmak, makalelere giriş bölümü yazmaya benziyor. Makalelerde de konuşulacak konu ve savunulacak görüş giriş bölümünde açıklanır. Böylece takip eden bölümlerde ana fikri açıklayan alt başlıklar detaylandırılabilir. Okuyucu ise makalenin devamını okurken aklında ana fikri bulundurarak okur. Başta ana fikir verilmezse alt başlıklarla neye varılmak istendiğini kaçırabilir. Ayrıca ana fikir girişte açıkça verilmezse okuyucu makalenin okumak isteyeceği bir şey olup olmadığını bilemez.

Tabii ki böyle yapmak zorunda değilsiniz. Sonuçta geliştirdiğiniz fikirlere kapı açan düşünceleri takip edebilir ve doğal akışında belirdikleri yerlerde fikirlerinizi sunabilirsiniz. Böyle de çok fazla okuyucuya ulaşabilirsiniz.

Sadece güzelce ‘paketlenmiş’, pazarlaması kolay thread’ler daha başarılı olabiliyor. Bunu gözlemledim.

İkinci fark ettiğim şey ise istemsiz olarak yazılarımın başarısını aldıkları beğenilere bağlamam.

Çok beğeni almış ve paylaşılmış yazılarım ister istemez bana kendimi daha mutlu hissettiriyor. Böyle olunca daha başarılıymış gibi geliyor. Halbuki yazdığım diğer tweetler her ne kadar aynı miktarda beğeni toplamasa da benim için bir o kadar değerli olabiliyor. Emek sarf edip de paylaştığım yazılar beğeni almayınca ister istemez Twitter konusunda özgüvenim ve istekliliğim hasar görüyor.

Fakat aslında sık paylaşım yapmak, belirli formatlarda yazı yazmak ve zaman içinde izleyici kitlesi toplamak kadar basit kuralları olan bir oyun Twitter.

Böyle olduğunda aylardır üzerine düşündüğüm, defterlerimde ‘demlediğim’ yazılarım da her seferinde beğeni toplamayacak. Onca emek harcayıp bir sürü referansla zenginleştirdiğim makaleler bile bir beğeni bile göremeden geçip gidecek.

Öyleyse buna hazır olmalıyım. Yazdıklarımın benim için besleyici ve doğru adımlar olduğunu bilmeliyim. Fikir geliştirme süreçlerini uyguladığım sürece, yazıma yapabildiğimin en üst seviyesinde “cila” atabildiğim, anlatının bütünlüğünü koruyabildiğim sürece, beğenilmeseler de yazılarımın güzel ve iyi olduğunu bilmeliyim.

Yazdıklarım, topladıkları beğenilerden daha önemli olmalı bana.

Ağustos

1- İlk önce defterime işleyip sonra üzerinde emek sarf ettiğim düşünceler, daha güzel parlıyorlar. “Polished” kelimesinin tam anlamı da bu zaten.

2- Güzel görünen, ‘multi-medya’ bir Tweet, güzel başarılı olabiliyor. Aynı zamanda multi-medya olmadan, sadece metin formatındaki içeriğinin zenginliğiyle de başarılı olabiliyor tabii.

3- Onca emek harcayıp, haftalarca defterinde “demleyip”, bir sürü medya referansıyla zenginleştirsen bile başarılı olmayacak tweetlerin olacaktır. Hem de çok. Temmuz ayı boyunca yazdığım diğer threadlerin neredeyse hiç okunmaması, beğenilmemesi beni üzdüyse de aslında

ilginç bulduğum işleri yapamamamın sebebiyle ilgili şikayet ediyormuşum.

Bu ayın gerçekliği de aslında buydu. İşte ne kadar yazı yazmışsam da, internet sitemde şirkette yazdığım konularla ilgili makaleler yayımlayarak mesleki vizyonumla bireysel vizyonumu birleştirmeye ne kadar çalışmış olsam da, gerçekten memnun değildim. Bu amaç olmuyordu, beni tatmin etmiyordu. Aslında yapmak istediğim başka şeyler vardı ve bunları yapamadığım için içten içe kıvranıyordum. Threadlerimde bile üstü örtük bir şekilde bu yakınmayı yapıyormuşum.

Bu dönemde bu konuyla ilgili küçük bir makale bile yazmıştım. Twitter’da insanlar para için istemediğiniz bir konu hakkında yazmakla ilgiliydi. Bu yazıda şöyle diyordum: “Eğer yeterince ararsanız hem sizin isteyeceğiniz hem de şirketin isteyeceği yazılar yazabileceğiniz, size özgürlük getiren bir iş bulabilirsiniz”.

Uzun süre de böyle düşündüm. Şirket için yazılar yazıyor, bu yazıları kendi blogumda paylaşıyordum. Hatta şirket için yazdıklarımı Twitter’la birleştirmeye çalışıyordum. Twitter’da çizdiğim çizgiyle hiç alakası olmasa da oraya da şirketin ilgi alanı olan teknoloji konularıyla ilgili bir şeyler yazıyor, küçük küçük oraya doğru adımlar atmaya çalışıyordum. Tabii çoğunlukla uzun bir günün ardından çok enerjim kalmıyordu buna da.

Tam bu dönemlerde bloğuma “Teknoloji Şarkıkutusu” adlı bir bölüm eklemiştim. Burada teknoloji hakkındaki düşüncelerimi, şirketten bağımsız hazırladığım yazıları koyuyordum. Böyle 3-4 yazı yazdım belki de.

Bir şekilde şirkette edindiğim vizyonu önceki hedeflerimle birleştirmeye, Twitter’da ve sitemde iki dünyayı birleştirmeye çalışıyordum.

Taşındığım 3.eve geçtikten kısa bir süre sonra staja başladım.

Yanlış hatırlamıyorsam o dönem zaten sürekli iş bakıyordum. Bunun sebebi okulumun uzamış olması ve benim çalışmak için okulumun bitmesini beklememek istememdi. Sonunda bir fırsat çıktı karşıma ve ben işe başladım.

Öyle olunca yazılara kalan zamanım daha da azaldı. Ufaldı, yok oldu. Elimden gelen çoğu zaman sadece Twitter thread’i oldu. Çoğu zaman onları bile yazmayı bitiremiyordum.

O dönemlerde bu durum beni nasıl hissettiriyordu? Beni yazmaktan üretmekten uzak tutan şeyler kesinlike vardı. Elimdeki kaynakların izin verdiği kadar elimden ne geliyorsa üretmeye mi çalışıyordum?

O zamanlar ne düşündüğümü tam olarak hatırlayamıyorum. Ama hissettiklerimi hatırlıyorum: Tatminsizlik, birikmişlik.

İlk önce üç kere taşınmış olmak, bir yandan okula gidiyor bir yandan yeni ilişkime zaman ayırıyor olmak ve de üstüne üstlük işe başlamış olmak yazma isteğimden kısmamıştı. Yazmak artık öncelik olmaktan çıkmıştı. Hedefim o değildi sanki… ama içimde üretmemekten gelen tatminsizlik fokur fokur kaynıyordu. Bir şekilde bir şeyler yazmak, düşünmek, oluşturmak istiyordum.

3.evime geçtiğim ilk zamanlardan sonra çalışmaya başladığım şirket için yazmaya başladığım. Beni bu işe çeken de buydu, benden blog yazıları yazmamı istiyorlardı. Tam olarak kendi istediğim alanda değildi, şirketin alanlarıyla ilgili olacaktı ama yine de yazı yazmak için para alacaktım. Bu benim ağzımı kulaklarıma vardırıyordu. Hatta ilerki dönemlerde bununla ilgili bir post bile yazmıştım, para için istemediğiniz bir konu hakkında yazmakla ilgiliydi. Bu yazıda şöyle diyordum: “Eğer yeterince ararsanız hem sizin isteyeceğiniz hem de şirketin isteyeceği yazılar yazabileceğiniz, size özgürlük getiren bir iş bulabilirsiniz”.

Uzun süre de böyle düşündüm. Şirket için yazılar yazıyor, bu yazıları kendi blogumda paylaşıyordum. Hatta şirket için yazdıklarımı Twitter’la birleştirmeye çalışıyordum. Twitter’da çizdiğim çizgiyle hiç alakası olmasa da oraya da şirketin ilgi alanı olan teknoloji konularıyla ilgili bir şeyler yazıyor, küçük küçük oraya doğru adımlar atmaya çalışıyordum. Tabii çoğunlukla uzun bir günün ardından çok enerjim kalmıyordu buna da.

Tam bu dönemlerde bloğuma “Teknoloji Şarkıkutusu” adlı bir bölüm eklemiştim. Burada teknoloji hakkındaki düşüncelerimi, şirketten bağımsız hazırladığım yazıları koyuyordum. Böyle 3-4 yazı yazdım belki de.

Bir şekilde şirkette edindiğim vizyonu önceki hedeflerimle birleştirmeye, Twitter’da ve sitemde iki dünyayı birleştirmeye çalışıyordum.

Fakat olan olmuştu, başta kendime çizdiğim vizyon çoktan yok olmuştu…

Ben Ocak-Şubat’ta etraflıca ne yapmak istediğimi düşünerek başladım işe. Bunca yıl üniversitede elektrik elektronik okuduktan sonra, üniversite eğitimim tamamlanmanın eşiğindeyken, kendime gerçekten ne yapmak istediğimi sordum.

Bu sorunun benim için bir cevabı vardı:

Memnun değildim, ama G&C Bards’a ve başta yazmayı çok sevdiğim makalelere geri dönüş yolunu bulamıyordum. Hatırlıyorum, Meroitic hakkında güzel bir thread çıkartmıştım. Hatta bir gün iş çıkışı son saatlerde Meroitic alfabesi hakkında harala gürele makale aradığımı hatırlıyorum.

Tam bu zamanlar yeni ev bakıyordum. Akşam otele döndüğümde son iş olarak bu thread’i yazmayı bitirdiğimi hatırlıyorum. İşte o thread’den birkaç tweet:

Ne kadar hoşuma gitmişti bu Meroitic. Benim için o kadar önemli bir keşifti ki. Nasıl heyecanla yazmışım:

“Nil tarihi için Meroe Krallığı işte bu yüzden ilgi çekici: antik Mısır, siyahi Nubia ve modern dünya arasında bir geçit görevi görüyor: Romalı Mısır devrinde var olan antik bir Afrika medeniyeti… Hz. İsa doğduğunda onlar zaten buradaymışlar.”

Baya büyük zorluklar yaşadım bu dönem. İki kez kaldığım evden çıktım. Yepyeni mahallelere alışmam gerekti. Ev sahibimle kavga ettim. Ev arkadaşımla anlaşmazlık yaşadım. Ev baktım. Bir sürü mahalle gezdim tek tek. Ev bulunca ev döşedim. Annemle sevgilim tartıştı. Bütün bunlar olurken hem derslerimi geçtim, hem de işimde çalıştım. Yaz boyu çalıştım. Full-time çalıştım hayatımda ilk kez. Hiç zamanım olmadı.

Aynı zamanda çok güzel şeyler yaşadım bu dönem. Uzun bir ilişkiye başladım. Hayatıma büyük bir sevgi, ilgi ve sevinç kaynağı girdi. Onunla beraber çok zaman geçirdik. Birçok tatile çıktık. Keşfettik beraber daha önce gitmediğim onca yeri. Binlerce yıllık antik şehirlere gittik. Ormanın derinliklerinde dağlara tırmandık. Likya yolunda kamplı yürüyüş yaptık, yerel halkla tanştık, hiç duymayacağımız aksanlar, varlıklarından haberdar olmayacağımız halklar keşfettik. Bizi evlerine davet ettiler. Keçi ahırının yanında uyuduk. Yıldızlı gecenin altında yattık.

Bu dönem yaptıklarımız:
– Eskişehir gezisi
– Olimpos antik kenti + Tırmanış
– Bursa
– Ankara
– Likya Yolu
– Geyikbayırı Tırmanış
– İstanbul gezileri

Likya Yolu’ndan bir resim. Üstünde durduğumuz kayanın önü boşluk 🙂

Bu dönemde hiç yazmadım değil. Her ne kadar istediğim kadar üretken olamasam da, bakış açımda büyük değişikliklerin olduğu bir dönemdi. İlk Şubat’ta başladığım ve her seferinde sonunu getiremediğim Reggae ve Türkiye makalesini Türkçe olarak tekrar yazmaya başladım mesela. Türkçe yazmak (da) istediğime karar verdim. Reggae makalesi üzerinde çalışırken peş peşe Türkçe yazı yazdığım akşamlar oldu. Bu süreçte Türkçe yazı yazışım değişti, gelişti. Daha akıcı oldu, daha çok keyif alır oldum. Reggae ve Türkiye makalesini (sınavların sonuçlarının gelmesi ardından) yine de bitiremesem de güzel yol kat ettim.

Biraz ilerleme katedebilmiş olsam da, bu dönemde hissettiğim en baskın duygu.. kaybolmuşluk oldu. Neyi nasıl yazacağımı bilemedim. Ne iş tutsam boşa çıkıyor gibi oluyordu. Yazdıklarımı kimse okumuyordu. Başladığım yazıları bitiremiyordum. Okul, iş, sosyal hayat temposu içinde kendimi kaybetmiş gibiydim. Sanki yazı yazmak adına yaptığım bütün hamleler hep nafile çıkıyordu. Yerimde sayıyordum. Daha kötüsü geriye gidiyordum.

Gözümde emeğe değecek bir iş yaptığımı kanıtlayacak hiçbir şey bulamadım. Her üretimim boş, amaçsız, o kadar da bir işe yaramayacak, gereksiz geldi. Yaptıklarım hep hedefi ıskalıyor gibiydi. Ne yaparsam yapayım kalıcı ve önemli bir iş çıkartamıyor gibi hissediyordum.

İnternet çevremin bu durumda çok katkısı olmadı. Olamadı. Kendim yazamadığım makaleleri gelip benim için yazacak değillerdi ya…

Günden güne Twitter’da etkileşimlerimin düştüğünü gözlemlemek de moralimi ayrı bozuyordu.

Kısa süre sonra kendimi zehirli bir kapalı geri-besleme döngüsünde buldum: Makale veya yazı yazmayınca Twitter’da da bir şey paylaşmıyordum. Uzun, düşünülmüş yazılar paylaşmadıkça etkileşimler düşüyor, moralim daha da bozuluyordu. Bu durum takıntılı bir şekilde sosyal medya kullanmama yol açıyor, sonunda beni tatmin etmeyen içeriklere daha da gömülüyordum.

İnterneti beni tatmin etmeyen bir şekilde kullanınca hem zihnim daha kötü etkileniyordu hem de güzel içerikler üretmek için ihtiyacım olan zaman azalıyordu. İstediğim üretimi yapamamak diğer fikirler ve içeriklerle ilişkimi bozuyor, kendi fikir dünyam bulanıklaştırıyordu.

Bu döngü beni daha da bozdu, bozdu, bozdu… Baktım bu işten çıkarım yok. Güzel, heyecan verici, candamarım makaleleri yazmaya zamanım yetmiyor bir türlü. Kendimden beklentiyi kesmeye karar verdim. Sadece işe gidip gelecek ve derslerime çalışacaktım.

Bir bakıma böyle yapmak beni çok rahatlattı. Artık derslerim çığ gibi büyüyüp kontrolümden çıkmıyordu. İşe giderken uykumu düzgün alabiliyordum. Dinlenip rahatlamaya da, arkadaşlarıma da zamanım kalıyordu. Bir yandan da asla tatmin değildim…

Her gün kendime bu dönemin yakında biteceğini ve o zaman tekrar yazı yazacağımı söylüyordum. Bir ya da iki yıl böyle devam edemezdim, içimde bundan emin olmuştum. Yakında işi bırakmam gerekiyordu. Bir şekilde kendimi kurtarıp, yazmaya daha fazla zaman ayırmak en temel arzum haline gelmişti. İçimde kor gibi bekliyordu istek.

Bu acı verici dönemin bir katısı da oldu. Twitter’ı kullanma şeklimde kökten bir değişim gerçekleşti. Twitter’daki diğer insanlarla tanışmaya başladım. Onların yazdıklarını okumaya ve birlikte fikirler üretmeye başladım. Eskiden Twitter’ı tek yönlü bir vitrin gibi görürken, yazılarımın ancak etkileşime geçtiğim diğer insanlarla beraber büyüyebileceğini gördüm.

Sahne büyümeden aktör sesini duyuramaz. (Bkz: Scenius)

Bu dönemde insanlardan fikir aldm. Onların dertlerini paylaştım. Beraber bir şeyler yapmaya başladığımız bile oldu. Hatta bazılarıyla yüz yüze tanıştığım bile oldu ve çok güzel zaman geçirdik!

Yakın dönemde yaşadığım güzel bazı etkileşimler:

– Jesse ve Alex’le yüz yüze tanıştım. Jesse bana kitabını ve sazını verdi.

– D… bana yazdıklarımdan çok şey öğrendiğini söyledi. Kendi hikayesini anlattı.

– C bana sormak aklına bile gelmeyecek önemli sorular sorduğumu söyledi.

– D… motivasyonuyla flüt çalmaya tekrar başladım.


Geleceğe bakarken sormak istediğim bazı sorular var. Ben gerçekten ne yapmak istiyorum?

Yazdığım bazı istekler, sorular, fikirler, daha nicesi… ve Ozanlık, Ozanlık, Ozanlık…

Böyle o kadar çok şeyim var ki… Şimdi bunları nasıl yacağımı düşünme vakti.

Benim basit bir yönteme ihtiyacım var. Bu sorulara ve diğer onlarcasına cevap ararken, nasıl bir yöntem izleyeceğim? Çıktılarımın ne olmasını istiyorum? Ve başka amaçlarım da var mı?

Bunları düşünürken aklıma takılan bir mesele şu oldu:

Sorduğum sorulara cevap ararken yaptığım araştırmaları yazıyla mı kaydedeceğim, geliştireceğim, taşıyacağım; yoksa video ve konuşmayla mı? Yani benim yaratıcı ortamım ne olacak, kendimi neyle ifade edeceğim?

Üretimsiz geçirdiğim aylarda verdiğim bir karar da buydu: ben hem videoyla hem de yazıyla üretmek istiyorum. Sorduğum sorular insanlara dair; ve o insanlar dış dünyada bir yerlerde. Onları kaydetmem, onlarla konuşmam, onların sözlerini, tavırlarını, görünüşlerini olduğu gibi belleğimize taşımak halklarına en güzel hizmet edebilir. Ben bu işi metinle yaptığım kadar kamerayla da yapmak isterim.

Bir diğer mesele ise şuydu:

Ürettiklerimi nerede paylaşacağım? Substack, WordPress, YouTube, Patreon…

Bu konuda şöyle düşünüyorum: üretimin konusunda ciddileş. Ciddileştiğin sürece aracıları ve sahip oldukları sınırları aşabilirsin.

Ciddileşmek ile ilgili önemli bir adımın, üretimden ürün çıkartmak olduğunu düşünüyorum. Eğer düzenli yapılan bir iş varsa, insanlara bu işin karşılığını verebilmeleri için yollar sağlanmalı; yani onlara sunulabilecek bir ürün ortaya çıkartmalı. Yaptığınız işi başkasına satmak daha çok sorumluluk almayı gerektirir. Daha isabetli, daha güvenilir iş yapmanız lazım olur. Kendinize yemek hazırlamakla başkalarına yemek satmak arasında fark vardır.

Bu sebeple ben de yazılarımı nerede paylaştığımdan daha önemlisinin yazmak konusunda ciddileşmek ve yazdıklarımdan başkalarına sunabileceğim bir ürün çıkartabilmek olduğunu düşünüyorum. Yazdıklarım ve ürettiklerim karşılığında parasal geri dönüş bekleyeceğimi aklımda bulundurmanın üretim sürecimi daha doğru yönlendireceğini düşünüyorum.

Öyleyse şimdi bu duyuruyu yapmanın vakti geldi, ben işi bıraktım!

Şuan yazdığım yazıya bile zaman yetmiyordu işimdeyken. Onlarca taslak birikti, aldığım notlar makaleye dönüşmedi. 10 ay bu işte çalıştıktan sonra emin oldum, yöntemi ne olursa olsun yukarıda sorduğum gibi sorular sormak ve cevaplar aramak istiyorum. Zamanımın %100’ünü ayırmasam da, istediğim alanda hiçbir şey yapamamama sebep olacak bir düzen kurmak istemiyorum. Yarı zamanlı bir yerde çalışabilirim, hayatımı idame ettirmem için ne gerekiyorsa… Yeter ki bir şekilde istediklerime zaman ayırabileceğim bir düzen kurayım.

Bu durumu kız arkadaşımla da konuştum. Yılın büyük bölümünü beraber geçirebileceğimiz, belki 1/3’ünde keşfetmek için ayrı kalacağımız bir düzen. Buna o da sıcak bakıyor.

Önümüzdeki süreçte seçmeyi düşündüğüm meslek, sörf eğitmenliği! Kendimi idame ettirebileceğim, yazmama olanak sağlayacak ve başka toplumlara keşfe çıkartacak bir iş. Üstüne üstlük macera dolu ve her gün doğada olacağım, vücudumla bir şeyler yapacağım bir iş.

2019’da 3 ay boyunca sörf sahilinde çıraklık yapmıştım. Sonrasında 2022’de bir aylığına tekrar. Orada deneyimledim, ne olanaklar sağlayabiliyor gördüm. Uçurtma sörfü okulları dünyanın farklı noktalarında çalışıyor. Sezon değişince ve bulundukları yarım kürede kış gelince, öğretmenleriyle beraber dünyanın öteki tarafına gidiyorlar. Orada eğitim vermeye devam ediyorlar. Zanzibar gibi, Kenya gibi, öbür türlü asla yolum düşmeyecek toplumların tam göbeğine götürebiliyor insanı.

Maceralar, kaşifliğe çok benziyor. Hiç bilmediğimiz bir ülkeye sefere çıkmak, kendi ülkemizde mağara ekspedisyonuna çıkmakla benzer bir haz veriyor.

Hobbit kitabında bunu çok iyi anlattığını düşündüğüm, yıllardır aklımdan çıkmayan bir paragraf var. Kendi çevirimle:

“Cüceler şarkılarını söyledikçe,
Bilbo, hünerli eller ve büyüyle yapılmış şeyler için içinde bir arzu doğduğunu hissetti,
cücelerin kalplerine dair kıskanç ve vahşi bir arzu.
Ve böylece içinde Took’lara dair bir şey uyandı; ve Bilbo gidip yüce dağları görmek istedi, çam-ormanlarının ve şelalelerin sesini dinlemek, mağaraları keşfetmek ve baston yerine kılıç taşımak istedi.”

Hobbit, J.R.R. Tolkien
Yalnız Dağ, Erebor, Cücelerin Evi

Cüceleri bulmak, dağları aşmaktan geçiyor.

Cücelerin hanları dağların derinliklerinde. Çoook çok uzakta.

Oraya varmak için aylarca yol kat etmek, dağları aşmak, zifiri karanlık ormanlarda yol bulmak gerekli.

Yalnız dağa ulaştığında ve içeri girmeyi başardığında, işte o zaman karşında cücelerin tünellerini göreceksin. O tünellerde büyük bir halkın hazineleri saklı. Cüce ataların inşa ettiği koridorlar, kadim çağlardan kalan ezgilerle yankılanıyorlar… Cücelerin hünerli ellerinden çıkan hazineler, cücelerin atalarından kalan hanlar, cücelerin kalbi…

O zaman size maceracı özgeçmişimi sunuyorum ve önümde belirlediğim ilk ana görevimi.


Published by giiray

Writing for G&C Bards, a project that collects and connects stories and those who tell them.

One thought on “2023 Yılımın Ay Ay Analizi

Leave a comment